21 Kasım 2016 Pazartesi

     
                            İMPARATOR & KORSAN KISKACINDA TÜRKİYE
           
              Makedonya kralı İskender (Büyük İskender) esir aldığı bir korsana hangi cesaretle denizlerde saldırganlık yaptığını sorar, korsanın cevabı oldukça düşündürücüdür:
            -Sen hangi cesaretle bütün dünyaya saldırabildin, ben sadece küçük bir gemiye sahip olduğum için korsan diye adlandırılıyorum. Sense aynı şeyi çok büyük bir donanmayla yaptığın için imparator diye anılıyorsun.
           Yenilenlerin tarihini, yenenlerin yazdığı(Bertolt Brecht) bir dünyada kimin ne olduğunun bir önemi kalmıyor, korsanlar imparatora dönüşürken, tam aksine imparatorlar da korsan diye adlandırılabiliyor.
            Osmanlı devleti kuruluşundan itibaren hızla topraklarını genişletmiş, bilim ve sanatta da ilerleyerek dünyanın süper gücü haline gelmiştir. Bu büyük gücün sarhoşluğuyla gaflete düşüp, yenilikleri takip etmediği için zamanla çağın gerisinde kalır, 1. Dünya Savaşını kaybederek tasfiye sürecine girer. Atatürk devlet sistemi içindeki eksiklikleri iyi okuyabilen biri olarak, Kurtuluş Savaşının ardından eski rejime ait her şeyi topyekun ortadan kaldırmıştır. Yeni kurulan Cumhuriyetin selameti için Osmanlının izleri tüm ülkeden silinmeye çalışılmıştır.1923-1950 yılları arasında tek parti iktidarı döneminde yapılan bazı değişiklikler (Ezanın Türkçeleştirilmesi vb.) ile uygar bir devlet olmak için çıkılan yoldan sapılarak amacının dışında düzenlemeler yapıldığı algısı toplum içerisinde oluşmuş, bu durum muhafazakar kesimin tepkisine yol açmıştır. Bugünlerde Atatürk ve CHP aleyhinde konuşan kimselerin sözlerinin altında bu algının izlerinin yattığı söylenebilir. Gücü eline alan muhafazakar kesim iktidarını sağlamlaştırmakla uğraşırken, sol hükumetler ise Osmanlı ile aynı kaderi paylaşıyorlar. Buradaki ironi ise bir zamanlar Osmanlı belgelerini üç kuruşa satanların, kendi tarihlerini sattıklarını fark etmedikleri gibi şimdilerde İmam Hatip Liselerini destekleyenlerinde bu okulların temelinin 1924 yılında İmam Hatip Mektepleri adı altında atıldığını unutmalarıdır.
Küreselleşmeyle birlikte kapitalist sistem her şeyi değiştirdi. Eskiden bir ülkede yaşanan siyasi veya ekonomik sorunlar o ülke ve çevresinde etkili olurken şimdilerde bütün dünya etkilenebiliyor. Kapitalist sistem önce bölgesel, küresel ve dini olarak üç grupta sınıflandırılabilecek liderler doğuruyor, ilk başlarda korsan muamelesi gören bu aktörler zamanla güçlendirebilirler ise imparator vasfına sahip oluyor, kimin ne olduğuna artık onlar karar veriyor, varlığını devam ettiremeyenler ise süreç içerisinde despotlaştırılarak tarih sahnesinden siliniyor. Bir zamanlar üzerinde güneş batmayan ülke olarak adlandırılan İngiltere'nin bu gün ki sınırları, gittiği yerlerde sarayın bahçesine çadır kuran Kaddafi, Saddam Hüseyin,şimdilerde Beşar Esad ve Fetullah Gülen bu duruma örnek gösterilebilir.
Türkiye küresel sermayenin işleyişine uyum sağlayacak gelişmeleri gösteremediği için 2001 krizi ile batmıştır. Ekonomik ve siyasi krizlerle sürekli ezilen halk kitleleri yeni bir lider arayışına girmiş ve bu ihtiyaca cevap olarak Recep Tayyip Erdoğan faktörü ortaya çıkmıştır. IMF ile yürütülen çalışmalar, serbest pazar ticareti, ülke içinde yapılan ekonomik faaliyetler, BOP kapsamında yapılan çalışmalar ile Ortadoğu da artan siyasi ve ekonomik etkinlikler, Özelleştirme, Özel kesimin dış borç artışı gibi faaliyetlerin etkisiyle Türk insanı sürekli ekonomik krizlerle boğuşan ve ekmek kuyruklarında sıraya giren bir ülkede yaşarken hızla tüketim toplumuna doğru dönüşmüştür.
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren köyden kente doğru başlayan göç zamanla ülkemizin çehresini değiştirmiştir. Kent nüfusu hızla artarken, kentleşme sorunları ortaya çıkmaya başladı. Devletten barınma ihtiyacı, işsizlik, kültürel ve sosyal uyum konusunda gereken desteği sağlayamadıkları için bilmedikleri bir ortama uyum sağlamaya çalışan bu insanlar bir arada yaşamaya başlayarak kümeleşmişlerdir. Zamanla büyük cemaatler ortaya çıkmıştır. Öyle ki zamanla sadece birbirleriyle iletişim kuran, alışveriş yapan, evlilik ve eğitim konularında içinde bulundukları sosyal grubun dışına çıkmayan kitleler oluşmuştur. Ayrışan toplum ortak noktaları olan din konusunda ise bazı din tüccarlarının ekonomik sömürmesine açık hale gelmiştir. Mesih’in ordusuna para toplamak için cennetten arsa satanlar(Azhab suresi 40. Ayette Hz. Muhammed sav. son peygamber olduğu açıkça belirtilmesine karşın), kabir azabını azaltmak için mezarın içine ve kefene konulabilecek cevşenleri pazarlayanlar ortaya çıkmıştır. Bu görüşteki kimseler köylerde yaşarken tarlada çalışan, odun toplamak için dağlarda dolaşan, ürettikleri ürünleri satan ve toplum hayatında ve üretimde görev alan kadınları evlere hapsederek birer objeye dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Birçok kadın ikinci eş olmayı ve eşinin her türlü eziyetine katlanmayı normal karşılamaya başlamıştır. Bu durum daha çok yetersiz eğitim alan ve değişen sosyal hayatla birlikte bilmesi gereken öğretiyi aile içinde değil de dış çevreden karşılayan kadınlar arasında görülmektedir.
               Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar eğitim sistemimizde sayısız düzenleme yapılmasına rağmen eğitim alanında yeterli gelişim sağlanamamıştır. Türkiye 34 OECD ülkesi arasında son sıralardadır. Eğitimin kalitesini artıran toplumlar ürettikleri bilgiyi ekonomik gelişmeyi sağlamak için kullanırken bizler bilgiyi sadece tüketmekle yetinmişiz.2. Dünya savaşında harap olan Japonya bu gün bir bilgi toplumudur. Biz ise hala 3. Dünya ülkesi olmadığımızı kanıtlama çabası içerisindeyiz. Ülkemiz de son yıllarda tıp, sanayi, teknoloji alanında umut verici gelişmelere yaşanmasına rağmen eğitim ve öğretim sistemi salt bilgi vermeyi amaçlayan bir düzeyde kalmıştır. Devletten beklentilerini karşılayamayan çocuklar, gelecek kaygısı taşıyan ailelerinde isteğiyle, belli bedeller karşılığında kendilerine istediği geleceği vadedenlerin ağına düşmektedir.
              ‘Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar değerli bir ülkedir ’ sözünden hareketlenen ve ülkemiz üzerinde çıkarı olan güçler stratejilerini toplumun eğilimleri doğrultusunda şekillendirip din algısı üzerinde çalışmaktadır. Öncelikle kanaat önderi sayılabilecek kişiler yaratıp toplumun saygısını kazanmaları sağlanmaktadır. Etrafına yeterince kalabalık topladığında ise bu kişiler, talebelerini istedikleri gibi şekillendirmektedir. Yetiştirilen talebeler hızla devlet içerisinde kadrolaşırken bir yandan da medya, siyaset, spor, eğitim gibi alanlarda etkinliklerini artırmaktadır. Özellikle eğitim alanında sınav sorularının belirli kişilere servis edilmesi, bazı dershanelere giden bütün öğrencilerin istedikleri bölümleri kazandığı toplum içerisinde herkesçe bilinen bir gerçektir. Toplumun geri kalanında ise bu durum infiale neden olmaktadır. Devleti bir insan bedeni gibi düşünecek olursak, yetersiz oldukları halde belli konumlara gelen insanlarda vücuda girmiş birer mikroptan farksızdır. Bu tip insanlar kanaat etmeyi bilmezler. Öyle ya mademki hak etmedikleri halde bu konuma geldiler neden daha fazlası olmasın, albay olan biri pekâlâ genelkurmay başkanı olmayı ya da cumhurbaşkanlığını da arzu edebilir. Sınırsız güç ise yozlaşma getirir. Bir süre sonra bu kimseler devleti kendilerine ait sanmaya başlarlar ve istemedikleri bir durum olduğunda da müdahale ederler, tıpkı 15 Temmuz gecesi olduğu gibi. Nasıl ki insanoğlu bedenine giren mikropları yenip hastalıktan kurtulabiliyorsa, devlette zamanı geldiğinde yozlaşmış kişileri sistemin dışına atarak kendini rektefe(rektifiye) etmektedir.
            Yaşanan kanlı darbe girişimiyle ilgili birçok soru hala cevaplanamamıştır. Darbeyi gerçekte kim yaptı? Vatandaşlarımızın büyük bir kısmı FÖTÖ cevabını verirken, özellikle dış basında darbeyi Erdoğan'ın gücünü sağlamlaştırmak için gerçekleştirdiği görüşleri ortaya atılmaktadır(bir zamanlar Erdoğan'ın yükselişini destekleyenler bile). Dünyanın en büyük demokrasisine sahip fakat resmen kaldırılmasına rağmen hala uygulanmaya devam eden kast sistemi yüzünden ülkede eşitliği sağlayamayan Hindistan'ın, ordusunda görevli koramiral Anil Chopra, Erdoğan'ı despot olmakla suçlayıp, Hitlere benzetmekte sakınca görmemiştir. Acaba RTE, dünyanın gözünde Esad'a dönüştürülüyor olabilir mi?
             Darbe olacağı istihbaratı alınmış mıydı? Erdoğan'ın tatilde olması, Sosyal yardım ödemelerinin geciktirilmesi, güvenlik güçlerinin teyakkuzda olması darbe öncesinde alınan önlemlerden bazıları mıydı? Darbenin gerçekleşmesine göz yumulmuş mudur? Olası darbe girişimi bilgisi istihbarat kaynaklarından elde edilememiş ise bu güvenlik zaafı ülkemiz için ölümcül bir tehlike değil midir? Darbe sonrasında sadece Rusya açıkça desteğini açıklarken özellikle ABD ve Avrupalı devletler çekimser davranmışlardır. Türkiye'nin son dönemde özellikle Orta Doğuda artan siyasi etkinliğinin ve Kürt devleti kurulmasını isteyen batılı devletler yerine Esad'ı destekleyen Rusya ile yakınlaşmasının, göçmen krizinin,2023’ de sona erecek olan Lozan Anlaşmasının Türkiye'nin önünü açabilecek olmasının, Batılı devletlerin Türkiye’de yönetilebilir bir siyasi kadro istemelerinde etkisi olabilir mi?Darbe gerçekleşseydi ülkemiz bambaşka bir cehenneme dönüşebilirdi.
              Son söz olarak bütün varsayımları bir kenara bırakacak olursak, hiç kimse koskoca bir milletin bir anda nasıl sokağa dökülebileceği üzerinde durmadı bu güne kadar. Kan ateş ve barut kokan sokaklar Türk insanın inancıyla aydınlandı. Darbecilere darbe yapan tek millet olarak tarihe geçtik. Akıncılar üstünden kaçarak kendilerini ayaklandıran komutanın emriyle, uçaklar kalkmasın diye köyün bütün ışıklarını söndürüp tarlalarını ateşe veren insanların; bir gecede tank sürmeyi öğrenenlerin; sokakları inleterek ölüme koşanların; köylüsüyle kentlisiyle, özgürlüklerine saldıranların karşısında duran insanların ülkesiydi Türkiye. Bir milletin konuştuğu dili, kıyafetlerini, yaşam tarzını değiştirebilirsiniz fakat damarlarında gezen asil kanı ve ruhlarında yanan özgürlük ateşini yüzlerce yıl geçse de yok edemezsiniz. Ergenekon da, Çin Seddi önlerinde, Talas Dandanakan, Malazgirt savaşlarında, İstanbul’un fethi, Mohaç muhaberesi, Çanakkale savaşı, Kurtuluş savaşı ve 15 Temmuz gecesi aynı ruh vardı herkesin gözlerinde. Hepimiz için;
‘Türkiye benimdir’ diyebilmenin vakti geldi….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder